22 Eylül 2009 Salı

Hakem Oyunu Durduruyor...

... da oyunun ne zaman başlayacağı belirsiz. Blogspot'un erişimsizlik problemi sahadaki karı öyle bir seviyeye ulaştırdı ki oyun sağlıklı ilerleyemiyor artık. Tabi bir de YGS/LYS ikilisi var ki... İsminin telaffuzu bile durumu açıklıyor. Şartlar oyunun güzelliğini belirgin şekilde bozmayı bırakana kadar kazma libero sahaya çıkmayacak...

Selametle...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Biraz Daha Beceri


Derbiyle ilgili uzuun bir analiz yapmayı ben de isterdim. Ama seyredemediğim maç hakkında "analiz" yapmak saçmasapan bir çaba gibi geliyor. Ancak özetten görünen şudur ki Serdar Özkan topa vurmayı biraz daha iyi bilseymiş, Beşiktaş Sami Yen'den çıkarmış... Derseniz ki "Serdar Özkan bu! Ne becerisi..." Diyemem bir şey.

Henry'nin güzel sözü geldi aklıma maçın geniş özetini seyrettikten sonra:

"Sometimes in football you have to score goals."

Koyduk...


Bu maçın nesi yorumlanır? Nesi analiz edilir? Alın size analiz: 4 numaradaki en önemli oyuncusu eksik, içeriyi savunduğu iki oyuncusu 86'lı, istikrarlı tek skoreri 87'li, en önemli oyuncusu dizinden sakat halde oynayan Milli Takım savunmasıyla Dünya Şampiyonu, son Olimpiyat ve bir önceki Avrupa Şampiyonası finalistini parkeye gömdü. Takımın adı: İspanya. Kadrosunda Gasoller, J.C. Navarro, Rudy Fernandez var... Avrupa'nın en agresif takımı... Bu tarihi bir yere yazın. Coşkuyla kazanmıştık daha önce. Yıldızlarımız sahadaydı 2001'de ama ilk kez gerçek bir takım var sahada.

Yukarıdaki adam da o takımın ödülünü verendir. Topa değen parmaklarını seveyim...

9 Eylül 2009 Çarşamba

İşte Şimdi Tam Mucize...

"Mucizelerin takımı", "Mucizeleri gerçekleştirmiş takım", "En zor durumlarda bile mucizevi sonuçlar alabilen takım"... Kim bu? Elbette Avusturya fatihi Türkiye Milli Takımı. Bugün sahadaki? Aynısı... Sonuç? Büyük olasılık Afrika'ya gidemiyoruz. Ya da önceden dediğim gibi safari falan yaparlarsa bilemiyorum.

İlk 15 dakika, -itiraf olarak alın bunu- umutlandım. Sağlam basıyorduk yere. Savunmamız "Bu maç iyiyiz" mesajı veriyordu... Ta ki tam anlamıyla geri çekilene kadar. Milli Takımımız herhangi bir futbol takımının düşebileceği çok basit ama çok önemli bir hataya düştü. Golü attıktan sonra ipleri Misimovic'in, Salihovic'in ellerine verdi... Hakem zaten seyirci baskısı altındaydı. Kimse hakemi bahane edemez. Oyun içinde bu kadar çabuk düşen bir takım, hakem orada faul vermese, başka bir yerden golü yer...

Bir taraftan Ceyhun Gülselam'ın kariyer kağıdına atılan kara bir çentiktir bu maç. 75 dakika paspas gibi üstünden geçti, Bosna orta sahası. Bırakın top kapmayı, kafa topuna çıkabilecek halde değildi Ceyhun... Onun yerinde ya Milli Takım tecrübesi -Mehmet Topal-, ya da kariyer tecrübesi -Mustafa Sarp- daha yüksek bir oyuncu sahaya sürülmeliydi. En azından şu maçta 90 dakikayı çıkarması bir hataydı. Emre'nin arkasını toplaması gerekirken, Emre O'nun önünü topladı... Genç oyunculara sorumluluk vermenin onları bir anda ülke futbolunun kaderini belirleyecek maçlarda sahaya sürmek olmadığını anlamalı artık Fatih Terim...

Milli Takım'ın oyununun diğer tarafı hakkında konuşalım bir de... Şöyle bir şey yazmışım birkaç gün önce: "Çünkü açık ve net şekilde Milli Takım'ın kendine özel bir planı ne bileyim bir oyun stili yok. Arda mesela ters kanatta Sarı-Kırmızı'lı formayla ne yapıyorsa aynı şekilde onu yapıyor. Hamit'in Milli Takım'da Bayern'de yapmadığı ama Milli Takım'da yaptığı bir şey söyleyebilir misiniz? " Açık ve net. Aynen tekrarlıyorum bunu. Hamit sağda top alamadı, götüremedi... Milli Takım'ın sistemi ona başka ne seçenek sunabildi? Arda ikinci yarının ortalarında ceza sahası önüne gelene kadar sol kanatta hiçbir şey koyamadı ortaya. Galatasaray'da nerede oynuyor peki? Ne tesadüf(!) ceza sahası önünde..

Bir de şu bölümü hatırlatarak "oynadığımız oyun" zırvasını sonlandırıyorum: " Arda o gün o çalımı atarsa, Hamit'in şutu kaleyi bulursa, top Nihat'ın ayağına oturursa Milli Takım iyi oynamış oluyor. Çünkü eldeki malzemeyle yeni bir şey yapılması gibi bir çaba yok ortada. Eleştirilebilecek bir malzeme bile yok elde." İşte bugün o top Arda'nın vuruşunda kaleye girmedi, Hamit'in vuruşu kaleye değil tacı buldu ve kötü oynamış olduk... Bir şey oynamıyoruz ki kötü oynayalım! Bildiğin oyuncuları ileri dizip, "Hadi oynayın bakalım" diyoruz. Acı bir şekilde öğreniyoruz ki her zaman böyle olmuyor. Bugünkü gibi... İşin acısı Gökhan Gönül son dakikada adam gibi bir pas atsa, Semih/Sercan tek vuruş yapmayı akıl edip ağları görse ben bunları söylediğimde "gereksiz eleştiren" olacaktım. Milli Takım'sa "Mucizelerin Takımı", "Bosna Yiğitleri" olacaktı. 

Bu lotovari futbol düzeni, Avrupa 3.'sü bir takımın kaderini Avrupa elemelerini önünde geçtiği bir takımın ellerine emanet etti... Hayırlı olsun....


8 Eylül 2009 Salı

Tarihi Nasıl Kaçırdık ? : Adana Demirspor - Livorno

Her şey şehir efsanesi gibi başlamıştı, Adana Demirspor Livorno'yu konuk edecekti ve biz de tarihi bir olaya tanıklık edecektik. Ne yazık ki şanslı olan 15.000 biletli seyirci dışında 70 Milyon nüfuslu ülkede bunu izleyebilen hiç kimse olmadı. Cuma günü bu ülkede tarihi bir maç oynandı ama futbolun her şeyiyle yankılandığı, her alanda konuşulduğu topraklarda bizim gibi futbolun peşinde bıkmadan usanmadan koşanların elinde hiç bir bilgi yok. Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik. Elimizde DHA'nın 4-5 dakikalık görüntüleri ve kendi yayın kuruluşlarındaki birbirinin kopyası haberleri, NTV Spor'un bir kaç haberi ve çekimiyle Anadolu'dan Futbol'un yazarı Hüseyin'in yazıları var bilgi olarak. Cuma gecesi Türk futbolu için nasıl tarihi ve unutulmaz bir gece olduysa Türk spor yayıncılığı için de aynı oranda tarihi ve utanç dolu bir gece oldu bizce.

Öncelikle DHA ve NTV'nin hakkını verelim, canlı yayın yapmamış olsalar bile ileride bahsedeceğimiz gibi siyasi yönü olan böyle bir müsabakadan bizi haberdar etmek için verdikleri çaba da önemliydi. Özellikle NTV'nin canlı bağlantıları ve Bağış Erten'in oraya gitmesi tatmin ediciydi. Yenilsen De Yensen De'yi sunarken konsept olarak bu maçı temel almaları da zaten işi önemsediklerini gösteriyor. DHA da elindeki görüntüleri diğer yayın organlarıyla paylaştı, kendine bağlı olan bir kaç gazetede haber yaptı bunu. Çaba harcayanların emeklerine ve çabalarına saygımız sonsuz elbette ancak futbol tarihimizde bir ilki yaşadığımız bu festival gibi olayla ilgili tüm verileri 10 dakikada izleyip-okuyup bitiriyoruz. Bu kadar kısa sürmemeliydi bir tarihe tanıklık etmek.

Şimdi Livorno'nun Türkiye'ye gelişinin belli olmasından sonra aşama aşama yaşanan olaylara ve bir tarihin gözümüzün önünden nasıl kaçıp gittiğine bakalım.

O olaya tam anlamıyla girmeden önce şuna değinelim : İlk paragrafın sonunca "bizce" diye kişisel bir ifade kullanmış olabiliriz ancak bunu açmak gerekir. Düşüncemiz bu olsa da kişisel olarak değil, ülke genelinde de hayati önemi olan bir olaydı bu sonuçta. Türkiye'nin 3. kademe ligi olan TFF 2. Lig takımı Adana Demirspor, Avrupa'nın 3 dev liginden biri olan İtalya Serie A'dan bir takımı Türkiye'ye getiriyor. Bu olay sadece Adana Demirsporlular'ı değil, en büyük rakipleri Adanasporlular'ı ve stada giremeyen tüm Adanalılar'ı, Anadolu'da futbolun peşinden koşan tüm tribün emekçilerini, karşılaşan iki ekibin ortak noktası olan solcuları ve solcuların da siyasi arenada en büyük rakibi olan sağcıları da ilgilendiriyor. Maça ilginin ne kadar fazla olduğunu anlamak için İzmir'den Yalı'nın, İstanbul'dan Çarşı'nın, Ankara'dan Alkaralar'ın ve çeşitli yerlerden bir çok taraftar grubu üyelerinin tribünde yer aldığını hatırlatalım. Futbolu kıyısından köşesinden tutan herkes kendini bir de siyasete adayanlar için zaten bulunmaz bir nimetti bu maç.

Artık yayın konusuna geçebiliriz tamamen. Bu maçın oynanacağı kesinleştiği zaman ilk olarak Adana Demirspor ve NTV Spor arasında ufak bir görüşme oluyor. Anlaşmaya varılamıyor ilk aşamada. Tabii bu 2 yönü var, Adana Demirspor ve NTV olarak ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Aslında ikisi de farklı açılardan aynı yola çıkıyor ama açıklamalardaki ufak farklılıklar ilginç tezatlara da sebep oluyor. Öncelikle NTV'ye sorduğumuzda NTV tarafından canlı yayın konusunda bir niyet olduğu, görüşmenin yapıldığı ancak anlaşmanın sağlanamayıp sonuçsuz kaldığı söyleniyor. Bu gelişmelerin ardından Adana Demirspor başkanı aynı zamanda bir Adanasporlu da olan Güntekin Onay'ı arıyor ve bu maçın yayını konusunda bir ricada bulunuyor. Araya başkaları da sokuluyor ancak NTV ikinci aşamada pek de niyetli olmuyor yayın konusunda. Kısacası "bakarız" deniyor ve geçiştiriliyor olay. Detaylı görüşüp de anlaşılamama gibi bir durum yok ortada ama devamında da konuşulan bir şey yok. Öylece askıda kalıyor kulüp ile NTV arasındaki görüşme. Olumlu sonuç alınamamasındaki sebebin mali konular mı yoksa maçın siyasi durumu mu olduğu konusunda bir kanaate varamıyoruz yani. NTV'nin bu maçı kimseye kaptırmayacağını düşünürken yayın konusunda ciddi sayılabilecek bir gelişmenin olmayışı bile düşündürücü. Burada ilginç bir nokta da NTV'nin maçı yayınlamamasına rağmen bu işe en çok özen gösteren kanal olması ve diğer kuruluşların önünde yer alması, garip bir tezat oluşuyor bu açıdan bakınca.

TRT cephesinde ise olaylar başka bir boyut alıyor. NTV cephesindeki gibi basit bir ilgisizlik hikayesi değil olay. İlk başta ücretsiz yayınlayalım diyor TRT. Bu işin en tepesindeki kurum olduklarını söyleyip kulüple ücretsiz yayınlanması için anlaşmak istiyorlar, bir nevi ültimatom yolluyorlar kulübe. Ya parasız yayınlarız ya da yayın yapmayız diye. En azından sembolik bir ücret ödenmesi ve az da olsa bu güzel girişim için destek olunması isteniyor kulüp tarafından, TRT para vermemekte direniyor. Kulüp devreye AKP Adana Milletvekillerinden birini sokmak istiyor. Telefon görüşmesi yapılıyor ve TRT'den yayının yapılıp kulübe makul bir ücret ödenmesi yolundaki istekler iletiliyor. Bilin bakalım bir vekil bu tarihi maç için seçildiği ilin takımına nasıl destek oluyor ?.. Herhangi bir girişimde bulunmayıp kendisini vekil seçen ili böyle mükafatlandırıyor. Devletin elindeki kanala bir milletvekili olarak açıp rica etse ve bu maç TRT3'ten yayınlansa herkes tatmin olurdu. Ancak milletvekili bunu yapmadı, TRT yönetimi de bu güzel girişime finansal olarak destek sağlamayınca canlı yayın konusundaki son umut da uçup gidiyor. Tüm bu olumsuz görüşmelerin ve sonuçsuz çabaların ardından TRT maçın siyasi yönünü sebep gösterip yayınlanmama gerekçesini böyle açıklıyor kulübe. Mali konuların önüne perde çekilip ana sebep buymuş gibi gösteriliyor bir bakıma. Gerçi ana sebep olduysa o daha da vahim ya neyse, siyaset olayına girmeyelim, bizim tek derdimiz futbol. Her fırsatta Anadolu takımlarının gelişmesini savunanların, kendi normal reytinglerini fazlasıyla aşacağı neredeyse garanti olan böyle bir tarihi organizasyonu bedavaya getirme çabalarını da Türk futbolundaki kısır döngünün cevabını arayanlar için verilmiş en güzel cevap olarak addediyoruz.

Kaçırdığımız tarihi fırsatın verdiği üzüntü ve buna bağlı hayal kırıklığının etkisiyle elimizin uzandığı her yere uzanmaya çalıştık bize göre medya ayıbı olan bu olayın detaylarını öğrenebilmek için. Bunca bilgiye ulaştıktan sonra üzerine daha fazla yorum yapmak, işin siyasal boyutlarına karışmak pek bizim işimiz değil. Yukarıdaki olaylar çerçevesinde kaçan fırsat konusunda herkes gibi bizim de düşüncelerimiz var fakat bizim aklımız fikrimiz futbol. Bu yüzden kimseyi yönlendirmeden ulaşabildiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmak istedik. Gönül isterdi ki stadın kapasitesi doğrultusunda 15 binle sınırlı kalan bu tarihe tanıklık eden birey sayısı çok daha fazla olsun ama olamadı maalesef. Muhtemelen önümüzdeki sezon bir fırsatımız daha olacak bu şölen için. Bu sefer yer İtalya olacak. Bizim medya kuruluşlarımız akıllanır mı bilmiyoruz ama İtalyan TV kuruluşlarının tutumunu da merakla bekliyoruz. Bu tip olaylara son derece alışık olan ve bir çok takıntıyı aşıp demokratikleşmeyi başarmış olan İtalya'da yayın sıkıntısı olmayacağını düşünüyoruz aslında. Olmadı İtalya yollarına düşebiliriz şu heyecan ve merakla...

TV yayını konusunda canlı yayın olmasa bile izleyiciye maç sunulamaz mıydı diye düşünüyoruz. 90 dakika kaydedilir ve maç sırasındaki tatsız durumlar ve siyasi olaylar kırpılıp 60-70 dakikalık çok geniş bir özet şeklinde yayınlanabilirdi.

NOT : Bu yazı ile ilgili eleştirilerinizi ve itirazlarını violafranchi@gmail.com veya tanjuern@hotmail.com adresine iletmenizi rica ediyoruz. Destek olan ve şu an bu yazıyı okuduğunuz tüm blog sahiplerini destek olmalarına rağmen olası bir tatsız duruma karşı korumak için sorumluluğu fikrin oluşmasını sağlayan bu iki arkadaşımız üstleniyor.

NOT 2 : Yazı konusunda Blog İdman Yurdu ve Futbloglar gibi blogları toplayan oluşumların herhangi bir desteği yoktur. Tamamen kişisel olarak haberleşilerek böyle bir tepki düşünülmüştür.

NOT 3 : Yazı içerisinde de defalarca belirtildiği gibi amaç asla siyasi değildir, herkesin tek tepkisi bu tarihi ve eğlenceli maçı canlı canlı tüm detaylarıyla izleyememiş olmaktır.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Sonunda...


İç açıcı cümleyi başta söylemek istiyorum: Litvanya'yı iyi bir oyunla, maç sonunu da iyi oynayarak, iyi serbest atış kullanarak, gereksiz üçlük atmayarak, hücumda dengeli oynarak yendik. Evet yendik... "yendik"ten öncesi zaten harika... Ama Litvanya'yı bunları yaptığımızda yenemediğimiz de olmuştu. Sonunda 12 Dev Adam gerekeni tamamiyle yaptı...

Maçın genel resmi böyle... Biraz daha derine inelim: İlk iki çeyrek savunmada beceriksizdik veya şanssız... Çok istekli oynamamıza, topa iyi baskı yapmamıza rağmen neredeyse boş dönmedi Litvanya. Pota altında Ömer'e çalınan çok çok çok ucuz -hatta bildiğin bedavaya çalındı bazıları- fauller gerekli sertliği koyamamıza sebep oldu. İkinci yarı Oğuz Savaş ve arada bir(!) Semih Erden destekleriyle pota altımız yolgeçen hanı olmaktan çıktı. Hücumda da gerekli oyunu ortaya koyunca işler rayına oturdu...

Final Four istiyorsak ne yapmalıyız? İlk önce maçı tarafsız yöneten hakemlere ihtiyacımız var. Maç içinde o kadar kolay fauller çalındı, o kadar bariz faullerimiz es geçildi ki tam bir rezaletti. Özellikle uzunlarımıza çalınan fauller Euroleague'de oynanan herhangi bir maçta çalınsa oyuncular, bench hep birlikte gülme krizine girerlerdi heralde. Semih Erden'i maç içinde dürtükleyecek birisine ihtiyacımız var. İkinci gruptaki takımların önünde de böyle baygın baygın gezerse, pota altında minimum 30-40 sayı yeriz. Ersan lütfen şutu buldu mu atsın... Yalvarıyorum kendisine. Kerem çok öne çıkmadı ama gelecek maçlarda liderliğine çok ihtiyacımız olacak. Umarım sadece bu maç için böyle bir görüntü sergilemiştir. Son olarak Sinan ve Bekir'in daha agresif olması gerek. Hani böyle de iyiler ama... Bir gömlek daha yukarısı göz çıkarmaz...

Sonuç olarak, savunmada bir-iki gömlek daha yukarıda olabilirsek ve hücumda ikinci yarıdaki üretkenliğimizi diğer maçlara taşırsak bu turnuvada final görebiliriz. Ama istikrarlı olmamız gerekiyor. Bu çok çok kritik. Kerem Gönlüm talihsizliğini düşündükçe içim sızlıyor. O'nun 4 numarada olduğu şu takım bu maçı minimum 10-15 sayı farkla bitirebilirdi... Üstüne bir de çok önemli bir koz olan Ömer Onan'ın son dakikada olmaması... Neyse... Bu talihsizliklerin son olmasını umalım. Talihsizlikler peşimizi bırakır ve biz de kalitemizin gerektirdiğini sahaya koyarsak bu turnuvadan madalyayla çıkarız...

5 Eylül 2009 Cumartesi

1'de 0


İlk mucize kehaneti tutmadı bugün, güzel ülkemin basınının... The Secret'ı okumuş enerjik elemanlar gibi resmen herkes parmakları bir araya getirip "Ermenistan'dan Bosna'ya çelme takacak" dediler. Ama top sahada oynanıyor. Tabi bir Ermenistan gibi bize tarihten sıcak kanlı(!) bir ülkenin takımının maçtan puan almak için asılacağını düşünmediniz değil mi?

Sonuç olarak Bosna -elbette- puan kaybetmedi. En azından şimdilik... Bizimkiler ne yaptılar? Türkiye Milli Takımı'nın alışkanlığına uydular. Önce bir tokat yiyip ayıldılar, sonra öne geçip kendilerini saldılar, bir tokat daha yiyince -şükür- "N'oluyor lan!" deyip ayağa kalktılar. Peki bizim takımı kendi evinde yarı uyur yarı uyanık bulan, Bosna Salihovic, Misimovic, İbisevic ve -sona sakladım- Dzeko'suyla bizim takımı tokat manyağı edebilir mi? Saydığım 4 isim Bundesliga'nın en iyi  hücuma yönelik orta saha ve forvet ikilisi... Bizim Estonya'ya karşı bile aksayan savunmamıza öyle şeyler yapabilirler ki ders almayan Terim bile gözlüklü sınıf ineğine dönebilir.

Bosna maçı Milli Takım'ın kader durağı olacak... Bu maçın kaybedilmesi gibi bir ihtimal... En iyisi onu düşünmemek bile. Milli Takımımız'ın 4 yediyse 5 atarak bu maçı alması gerekiyor. Alamazsa zaten Afrika'ya anca Safari'ye giderler. Geyik falan avlarlar... Aslanlar ya hani...

4 Eylül 2009 Cuma

Ha Yumurta-Kapı, Ha Milli Takım-Şampiyona




Milli Takım tam olarak ne oynayacak bilenimiz var mı? Yok. Diyebilir misiniz "Şu şurdan gelecek, şunu yapacak. Biz de golü atacağız." bu iddiada olan varsa gelsin bana da söylesin. Göstersin, ben de bileyim, ben de göreyim arkadaş. Benim Milli Takımım'la problemim budur. 

En basit örneğini şu şekilde vereyim: Modric sakatlandı. Hırvatistan şimdi kara kara düşünüyor... "Modric'in yerini kimle dolduracağız" diye. Çünkü ellerindeki malzeme Modric üzerine kurulu. "Ellerindeki plan" Modric gibi bir oyuncu olması halinde işleyebilir.  Biz de Arda oynamasa? Tuncay? Hamit -ki oynayamayabilir- ? Kim söyleyebilir "Oyun içinde şöyle bir varyasyonun eksikliğini yaşayacağız biz" diye? Kimse diyemez. Çünkü açık ve net şekilde Milli Takım'ın kendine özel bir planı ne bileyim bir oyun stili yok. Arda mesela ters kanatta Sarı-Kırmızı'lı formayla ne yapıyorsa aynı şekilde onu yapıyor. Hamit'in Milli Takım'da Bayern'de yapmadığı ama Milli Takım'da yaptığı bir şey söyleyebilir misiniz? 

Yeni bir şey anlatmadığımı düşünenler vardır, olabilir... Zaten bu Milli Takım ortaya yeni bir sorun bile koyamıyor. Örneğin ben "Milli Takım'ın oyun şekli çok saldırgan/sıkıcı/akıcı/pasif" diyemiyorum. Çünkü belirli bir oyun şekli yok. Arda o gün o çalımı atarsa, Hamit'in şutu kaleyi bulursa, top Nihat'ın ayağına oturursa Milli Takım iyi oynamış oluyor. Çünkü eldeki malzemeyle yeni bir şey yapılması gibi bir çaba yok ortada. Eleştirilebilecek bir malzeme bile yok elde.

Dışardan görüntü şu: Kulüp takımından oyuncular geliyor... Kulüpte ne yaparlarsa aynısını Milli Takım'da yapmaya çalışıyor. Bir ara bir 4-3-3 muhabbeti vardı mesela... N'oldu ki ona? Hikaye oldu... Mucizeli 3.'lük gelirken kimsenin aklına -elbette- Terim'e "Ya sen bir 4-3-3 öğretecektin bize" diyen olmadı, olamazdı da zaten... 

Sonuç ne oldu peki? Ezbere oynayan Milli Takım, Bosna'nın 4 puan arkasında "mucizeli" baraj şansları hayal ediyor... Hayırlı mucizeler Türkiye...

Kırmızı Beyaz Dönüş

Yine elde olmayan sebeplerden ötürü, yine kısa dönem bir yazı kuraklığı oldu. Ama dönüş için bahane de hazır... Milli Takımlarımız geri dönüyorlar, bir. US Open başladı; hem de Nadal katıldı, iki. E bunca sebep varken yazmaya dönmemek olmazdı...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Yürü Be!


Marsel İlhan, üç ön eleme turunu aşarak US Open 2009'a girmeye hak kazandı.

Ne denir ki? Helal olsun...

25 Ağustos 2009 Salı

Pazar ve Ertesi Raporu #2


Hesapta olmayan birkaç aksaklık oldu. Kusura bakmayın izleyiciler, okurlar... Aceleden bu postta resimsiz oldu...

Türkiye Ligi'nin esas renginin belli olduğu bir pazar ve ertesi izledik bu futbol haftasonunda. İngiltere'deyse işler çok daha karışık olacak... Bir o kadar da eğlenceli... Serie A'da Mourinho çok da eğlenemeyecek bu sezon. İşte pazar ve ertesi...

- Galatasaray Ali Sami Yen'de ligin en iyi takım savunmasına sahip takımı 4'ledi. Ama hala komik bulduğum analizler var etrafta... Sadece oyuncuların özel yetenekleriyle ilerliyormuş Galatasaray. Allah aşkına Messi, Henry özel oyuncular olmasa nasıl işleyecek Barcelona'nın sistemi? "Sistem" diye adlandırılan olay zaten özel oyuncuların yeteneklerini içine alan bir olgudur. Bir yere kadar takım getirir özel oyuncular da işi bitirirler. Hayatımda duyduğum en saçma tespit şu "özel oyuncularla ilerliyorlar" muhabbeti. İyi o zaman koyun Ibra'nın yerine Servet'i o sistemde o da atar zaten. Değil mi? Hala sistem için "şu iyi olmuş, bu kötü" demek istemiyorum. Ama işlediğini hepimiz görüyoruz. Hiçbir takım şansa bala maç başına 3.6 gol atmaz. Kayseri sempatiyle baktığım bir takımdı. Ta ki şu maçtaki kasap hallerini görene kadar. Baros'un, Arda'nın, Aydın'ın yemediği tekme, çengel, çelme,itme kısacası dayak kalmadı. Maçın hakemi Halis Özkahya'nın buna çanak tutması zaten şaşırtmadı... Kayseri elindeki Troisi, Cangele, Makukula gibi oyuncularla keşke dövmeye değil oynamaya çıksaydı sahaya... Yine de 4 tane yediler zaten...

- Ligin en iyi işleyen takımı görüntüsündeki Galatasaray'ın rakibi bu sezonki en önemli rakibi; en organize takım görüntüsündeki Fenerbahçe. Ama o organizasyon içinde de özel yetenek çok çok önemli yer tutuyor... Gökhan'ın bitirişini, öncesindeki tek pasları Sivassporlular yapamaz mesela. Ama Fenerbahçe yapıyor. "Özel yetenek" denen kavram hücumda çeşitlilik gerektiren her noktada karşımızda... Kazım'ın yükselen formu göz kamaştırıyor. Aragones'in servis yapan kanat oyuncusu formundan Daum'un oyununda kanat/forvet arası bir görüntüye geldiğinden beri değerini ortaya koyuyor. Emre'nin oyunu harika... Sahadışı kişiliğini bilmesem sempati bile besleyeceğim adama... İmkansız artık tabi.

- Trabzon "Bismillah" demeden tepetaklak oldu yine. Hayır yenilgiler yüzünden değil... Dünya'da geçen sezon Real Madrid'in halini hatırlayın... Kaçıncı hafta kovuldu Schuster? Trabzon taraftarının, yönetiminin, basınının artık kendileri dev aynasında görmeyi bırakmaları gerekiyor. 150 milyon euro harcayıp şampiyon olamayabiliyorsunuz artık. Tamam kadro kaliteli, çeşitli, taraftar da güzel de çay bir günde mi yetişiyor güzel uşaklar? Sabretmeyi öğrenemezlerse kümeye kadar yolu var Takalar'ın... Oynadıkları futbol da kötü değil üstelik. Sadece forvetlerinde kalastan bile işlevsiz bir adamları var.

- Gaziantep'in geçen sene olduğu gibi bu sene de çeşitli şanssızlıklardan puan kaybetme huyu devam ediyor. Ankara'yla 1-1 berabere kaldılar evlerinde. 1-0 yenik düşmelerine rağmen... Daha kötüsü Tabata'yı da 1 haftalığına kaybettiler. Kırmızı gördü... Beşiktaş deplasmanında olmaması çok kötü haber. Seyirci baskısı karşısında lider karakterli bir oyuncuya çok ihtiyaçları olacak...

- Spurs bir deplasmandan 3 puanla çıktı... Bu sefer domine etmediler oyunu ama yine de West Ham gibi bir deplasmanda, Upton Park'daki gibi bir seyirci karşısında galibiyeti almayı bilmeleri çok önemli bir işaret. Maçı değiştiren adam Carlton Cole... Önce West Ham'ın golünü attı sonra Spurs'ün ilk golünün asistini yaptı. Gerçekten yetenekli bir oyuncu ama kafasını futbola verme konusunda problemleri var gibi. Tam anlamıyla futbola konsantre olsa Wenger'in baştacı olabilir Adebayor'un yerinde...

- Everton'ın düşüşü sürüyor. Acilen toparlanmaları gerekiyor. Moyes de bunun farkında.Burnley'e 1-0 kaybeden önemli takımlardan ikincisi oldular. Transfer sezonunun son dakikalarında iki çok kritik hamle yaptılar. Beklenen sonuçları alabilirlerse harika bir çıkışla devam edecekler yola. Transferlerden biri Arjantinli orta saha Banega, diğeri Tatar-Rus Bilyaletdinov... Özellikle Banega çok numaralar beklenen ama daha hiçbir şey göstermemiş gençlerden biri. Bilyaletdinov Rus Milli Takımı'yla Avrupa Şampiyonası'nda hoş sadalar bırakmıştı. Arteta'nın yokluğunda, Pienaar'ın formsuzluğunda parlayabilir...

- Chelsea bildiğimiz Chelsea... Çok gösterişli durmuyor ama kayıp vermiyor. Fulham deplasmanını 2-0'la geçtiler. Mourinho o takıma 3 sezon boyunca ne yedirip ne içirmiş bilinmez ama öyle bir yapı oturtmuş ki 5. sezonunda hala taş gibi ayakta. Aynı oyun yapısı, aynı şekilde, aynı paslarla, aşağı yukarı aynı oyun şablonlarıyla oynanmaya devam ediyor... Hala da kazanmaya, EPL'de şampiyonluğa oynamaya devam ediyor. Bu kadar çok yıldızın olduğu takımdan böyle bildiğin bir "lise takımı" yaratmak gerçek anlamda büyük yeteneğe delalettir. Nitekim gelenler de bunu kabul ediyorlar, yapıyla çok oynamıyorlar. Bir tek Scolari birşeyler denesem mi dedi O'nun da sonunu biliyoruz...

- Almanya'dan devam... Hertha geçen sene zorlasa şampiyon olabilecekti, bu sene iyice garip oldular. Tamam Mönchengladbach "ligin flaş ekibi" kabilinden bir takım kurmuş ama Bochum'a yenilmek ne oluyor? Hertha geçen seneki parlamadan sonra bildiğimiz düşüş haline geri dönecek gibi. Yazık...

- Diğer yanda Bremen evinde deplasmanlarda çok sağlam görünmeyen Mönchengladbach'ı 3 golle geçti. Mönchengladbach'ın bu kadar kolay yenilmesini beklemiyordum ama Bremen sanırım geçen sezondan çok daha güçlü olacak bu yıl. Forvete Pizarro'yu bonservisiyle geri getirdiler. Gittikten sonra yerini dolduramadıkları Borowski'yi Bayern'den geri alarak problemi çözdüler. Diego'nun yerine Marin'i getirerek işin kremasını da unutmadılar. Ellerindeki Mesut Özil, Boenisch, Mertesacker, Fritz gibi yetenekleri ortalığa taşacak gençler, Naldo gibi her eve lazım bir stoper ve geçen sene rüştünü ispatlayan Wiese gibi bir kaleci de cabası... Bu sene Mızıkacılar'a dikkat kesilmek lazım. Her şeyi yapabilirler.

- Benim için haftanın en büyük süprizini Hamburg yaptı. Wolfsburg'u evinde 4'lediler. Gollerden biri at hırsızı Guerrero'dan diğeri de Hamburg'un gelecek sezon başı "Hanginize vereyim bunu" diye etrafa bakınacağı Elia'dan geldi. Maçın en dikkat çekici notu Wolfsburg'un 0-2'den 2-2'yi yakaladıktan sonra 2-4 yenilmesi... Bildiğimiz Wolfsburg bu maçı oradan vermezdi. Sezonun onlar için ilk kötü yenilgisi oldu. Hamburg'un çıkışıysa sürüyor. Geçen haftaki Dortmund galibiyetinden sonra Wolfsburg'u da yenerek dişli rakiplerine birer birer mesaj veriyorlar. Kadrosu çok zengin bir başka takım da onlar...

- Ve Calcio... Şampiyon Bari deplasmanında, lige tökezleyerek başladı. Benim için pek sürpriz değil açıkçası. Mourinho sahaya yine 4 merkez oyuncusuyla çıkmış ki Lazio maçından ders almaya hevesli olmadığı anlaşılıyor... Bari'nin golüyse Terim'in başarısız oyuncu keşif denemelerinden olan Kutuzov'dan gelmiş. Inter'se golü penaltıdan bulabilmiş. Ne büyük sürpriz! Mourinho'nun oruç tutması yüzünden Muntari'yi değiştirmesi ve ve maçtan sonra oruç işine de el atması maçtan diğer notlar. Ben Inter'in yaratıcı oyuncu orucu ne zaman bitecek onu merak ediyorum...

- Sampdoria sezona zorlu Catania deplasmanından 3 puanla çıkarak başlamış. Son 2 sezondur oynadıkları futbolla göz kamaştırıyorlar. Bayrak adam kıvamındaki futbolcularının Cassano olması daha bir ilginç kılıyor onları. Geçen sezon bir öncekine göre biraz düşüş içinde görünseler de takımdan önemli bir ismi kaybetmemiş olmaları onlar için önemli. Üç puanı 90. dakikada almaları da ayrı bir şans... Tabi bir de ilk golü Pazzini'nin atması var... Corvino onu sattığı için kafasını hangi taşlara vuruyordur diye merak ediyor insan... Adam 19 maçta 12 gol oldu.

- Bu ligin istikrarlı tek belalısı Genoa Roma'yı 3-2'yle geçerek başladı sezona. Thiago Motta'yı ve Milito'yu kaybetmelerine rağmen bu sonuç ilginç... Tek maçlık bir şans mı uzun süreli bir form mu onu zaman gösterecek. Haftanın diğer maçlarındaysa Juve'yle, Lazio kayıpsız girdiler. Napoli bana Gaziantep'i hatırlatmaya başladı artık. Bir türlü bekledikleri gibi gitmiyor işler. Umutsuzken harika. Bir şeyler beklediklerinde kötü... Son olarak Parma Udinese deplasmanında beraberlikle girdi lige. Udinese gibi takımın evinde elinden kurtulmak her takıma nasip olmaz.


23 Ağustos 2009 Pazar

Cuma ve Ertesi Raporu #2


Kötü bir cumartesi oldu. "Ne oldu ki Kazma" dediğinizi duyar gibiyim... Uzun süre yaptığım ilk iddia kuponunda tam manasıyla yattım. Herneyse... Fazla konuşmak istemiyorum bunu... Oyunumuza bakalım biz. Serie A'nın dönüşüyle şenlenen bir cumartesi geride kaldı.



- Maç akışı Hoffenheim-Schalke'yle başladı... Maçla ilgili yapılabilecek en kısa analiz şu: Hoffenheim bu sezon stadyumuna gelen kim var kim yok suyunu çıkarıp, gönderecek. Geçen sezonun ilk yarısındaki PES oynar gibi futbol oynayan deli takım geri dönmüş. Maçın uzun sayılabilecek bir özetini izleyerek bunları söylüyorum. Ama özet boyunca Schalke'yi bir kez bile atağa çıkarken izleyemedim. Bu da tek bir anlama geliyor heralde: 90 dakika boyunca Schalke heyecan yaratabilecek tek bir fırsat yaratamamış. Hoffenheimlılar'sa takım halinde pozisyona girip durdular. Bir adamları becerikli olabilseydi minimum 2-0'la biterdi bu maç. Takım halinde becerikli olsalar... Magath Schalkeliler'i tüm takım bayılana kadar koştururdu heralde skorun cezası olarak.



- Cumartesi'ye Türkiye'yle başlayalım... Bursaspor evinde beklenen oyunu çıkaramadığı maçı 1-0'lık galibiyetle geçmeyi bildi. Ankaragücü'nü bu sezon kümede kalmakta zorlanmayacak gibi. Büyükşehir'le Eskişehirspor kaçıra kaçıra bir hal oldular. Beklenmedik bir şekilde 0-0'la sona erdi maç. Son olarak Beşiktaş... Hala takım halinde bir planları yok. Tello, Nihat ve Holosko'dan bir şeyler bekliyorlar. Aksilik ki üçü de berbat halde. Hele Tello'yla Holosko... Denizli işinin devamlı olabilmesi için 10,5 mudur 9,5 mudur neyse bulup getirse iyi olacak... Yoksa taraftar 3,5 atmaya devam edecek. Tabi daha önemlisi Demirören de...

- Silahşörler sezona harika girdiler. Son Portsmouth galibiyetiyle anlık bir rüzgar olmadığı tescillenmiş oldu bu uvertürün. Maçı tekrar falan bir şekilde izlemeyi başardım. Gunners'ın Pompey'i ezip geçtiğini söylemek çok saçma olur. Ama uzun süredir özlenen Arsenal artık sahada. Arsenal tarzı arapaslar, kontrataklar; baskın orta saha, oyunu taşıyan forvetler... Vermaelen tüm soru işaretlerini silen harika bir oyun oynuyor. Gibbs kolay kolay o sol tarafı kimseye vermez. Bir de o Martin Taylor denen herifin öbür tarafta yatacak yeri yok. Eduardo gibi bir yetenekten futbol dünyasının tam bir buçuk sene mahrum kaldığını düşündükçe daha çok nefret ediyorum adamdan. Son olarak Pompey'de Kranjcar seneye ya United'ın ya Arsenal'in sol tarafına geçer. Belhadj belki de Gunners'da Clichy'den boşalan yeri doldurur...



- Burnley yenilgisinden sonraki yazıda, United hakkında konuşurken hem Sir'ün hem de takımın şu anki durumdan çıkacak tecrübe ve yeteneğe sahip olduklarını söylemiştim. Futbol tanrılarıysa bir düşüş için hazırlık yapıyor gibiydi. United'a hep ters gelen Wigan deplasmanına gitmeleri, Ferdinand ve Van der Sar'ın yokluğu, Berbatov'un bir türlü kendine gelememesi, Nani'nin hala potansiyelinden bekleneni verememesi... Ama Sir'ün takımı yeniden herkesi şaşırttı. Wigan United'ın eksik savunmasını beklenildiği kadar zorlayamadı, Berbatov oyun kurucu/forvet pozisyonundaki en iyi maçlarından biri çıkardı, Nani Owen'a golün asistini yaptı; üstüne frikikten 5.'yi yolladı. Kısaca Ferguson'un takımı yine herkesi ters köşeye yatırdı.



- Şimdi bir saniyeliğine durun. İlk geldiği günlerdeki Adebayor'u hatırlamaya çalışın. Zorlandıysanız ben size yardımcı olayım. Az buçuk topa vurabilen, ayıboğan gibi kuvvetli, azıcık top sürebilen, kalıbı gereği top saklayan, boyu gereği kafaya çıkan siyah, hareket edebilen bir kalas hayal edin. İşte oldu. Bu adam Arsenal'de kaldığı 3 sezondan sonra bu halden Avrupa'daki en iyi 5 forvetten biri haline geldi ki... Ben Wenger'in en sonunda boş attığını düşünmeye başlamıştım 2007'de. EPL'de tartışmasız en iyi bitiriciliğe, fiziğe ve top saklama özelliklerine sahip forvet şu an Adebayor. Attığı goller bile bunu ispatlar nitelikte. Geçen hafta birkaç milim önündeki savunma ayağının önünde topa asılarak, bu haftaysa arkasındaki savunma sırtındayken iğne deliğinden geçirerek attı gollerini. City'yse biraz da şansıyla toplaması gereken puanları toplamaya devam ediyor. Adebayor dışında bir Ireland var ki umarım kendini Arap şeyhlerinin elinde harcamaz. Müthiş bir yetenek...

- Küçük kardeşlerin maçlarındaysa sürpriz yoktu. Hull City evinde yapması gerekeni yapıp 1-0'la galibiyete uzandı. Yine de sağlam görünmüyorlar. Sunderland Işığın Stadyumu'nda hala neden 7 milyon pound harcadıklarını anlayamadığım Kenwyne Jones'un golleriyle Blackburn'ü geçtiler. Blackburn'de ilgi çeken çok fazla şey yok. Hırvatistan'ın geleceği olarak görülen forvet Kalinic var. Gerisi bildiğimiz dümdüz Blackburn... Son olarak Stoke-Birmingham maçından bahsedelim. "Bari biz birbirimize yapmayalım" dercesine 0-0 bitti maç. Ama Birmingham'ın Stoke'u geçebileceğini düşünüyordum.



- Van Gaal'in takımı hala kocaman bir soru işareti. Bu da Bavyera'da kocaman kocaman ünlemlere sebep oluyor. Deplasmanda Mainz'a 2-1 mağlup oldular. İlginç notsa 33'te sol bek Pranjic'in yerine forvet Thomas Müller'in, 38'de orta saha Hamit'in yerineyse yine forvet Ivica Olic'in girmesi. 72 dakika boyunca 4 forvetle oynayan Bayern'in bulabildiği tek golü Mainz'ın kendi kalesine atmasıysa bu garipliğin garip sonucu olarak ortaya çıkıyor. Tüm bu gariplikleri bir yana bırakırsak... Van Gaal takımının üretkenlik problemini çözemezse ünlemlerle biten cümlelerin yerini noktalarla biten dönemler alacak.

- Dortmund evinde saçma saçma puanlar kaybetmeye devam ediyor. Hatırlarsınız geçen sezon da son dönem yaptıkları çıkışta bu huylarının cezasını çekmişler, Şampiyonlar Ligi'ne bile gidebilecekleri bir çizgiye çıkmışken geçmişte kaybedilen puanlar karşılarına çıkmıştı. İlk yarısını forse ettikleri maçta tek gol bulmaları üç puana maloldu. Aynı yardımcı hakemin bir nizami gole ve bir bariz gol şansına izin vermemesiyse kötü bir hatıra olarak kafalara kazındı. Yine de Dortmund'un harika bir oyun çizgisi olduğu açık. Bu formla Bundesliga'da ilk 4'ü görebilirler. Stuttgart'taki düşüşse çok bariz. Acil olarak toparlanmaları gerek. Her maçtan böyle kurtulamazlar.

- Bayer kolay Freiburg deplasmanda attığı 5 golün keyfini çıkarırken, liderlik koltuğuna da kurularak iyice rahatladı. Geçen sezonki akıcı futbolu bu sezona da taşıdılar. Helmes'in yokluğunu iyi değerlendirmesi gereken Eren Derdiyok da 2 golle Heynckes'e kendini gösterdi. Geçen sezon iyi futbolunu sonuca yansıtamayan bir takım olarak göze çarpmıştı Leverkusen. Umarım bu sezon oynadıkları futbolun karşılığını alırlar.



- Serie A başladı. Ülkemizde küçük bir rezaletle başladı. Serie A'yı yayınlayan kanalımız yok. Dünya'nın en büyük dört liginden biri... Sanırım bu kadarı yeterli. Fiorentina Bologna deplasmanında 1 puanda kaldı ki çok şaşırtmadı. Bologna geçen sene de zor bir deplasmandı ve Viola geçen seneye oranla çok şeyi kaybetti. Milan bu sene Pato ve Ronaldinho'nun bileklerine bakıyor. Roni'den bir hayır gelmeyeceği açık... Pato'ysa tam tersi. İşin acı tarafı bir zamanlar Avrupa'nın en büyük kulübü olan Milan'ın aslında Pato'yu "daha büyük takımlar için" parlatıyor durumda olması. Tıpkı Kaka da olduğu gibi... Ve eğer bu saçmasapan transfer politikası devam ederse daha da olacağı gibi... Nereden nereye...

- Ligue 1 geçen senenin mücadelesini ve daha çok futbol kalitesini vaadediyor ilk 3 hafta itibariyle. Lyon aslında zor bir deplasman olan Auxerre'de 3-0'lık galibiyetle rahat rahat devam etti. 89'lu Pjanic yine gol attı. Onun için kimler kimler ellerini ovuşturuyordur kim bilir... Diğer yanda Le Mans sezona çok iyi girdi. Özellikle evlerindeki formları dikkat çekici... Bahisciler bir göz atabilirler... Monaco Nancy yenilgisinin etkisi üstünden attı. Evinde Lorient'i 2-0 la geçti. Evlerinde bu sene kolay maç vermeyecekler. Onlarda da Juan Pablo Pino var ki eğer biri giderse Arsenal forması çok yakışır sanki. PSG "Fransız takımı" hüviyetinde değil lig başladığından beri. Çok atıyorlar, çok yiyorlar. Kötü bir şey mi? Elbette hayır. Ama çok ilginç, evet. Marseille şampiyonluğun favorisi ama teoride. İyi oynuyorlar ama oyunlarında bir kısırlık var. Bunun hücum organizasyonlarının merkezindeki Lucho'nun sakatlığıyla bir alakası olduğu kesin. Ama bu kadar geniş kadrosu olan bir takımın bir süreliğine de olsa Lucho'nun yerini dolduramaması düşündürücü...



- Son olarak Hollanda... Lig başından beri adam gibi takip edemediğim için adam gibi bir şeyler yazamıyorum. Bunun yanında ligin ilk 5 haftası hakkında yorum yapılabilecek, fikir belirlenebilecek bir lig olduğunu düşünmüyorum. Her takımın her şeyi yapabildiği garip bir lig Hollanda. Bir hafta hiçbir şey oynayamayan takım öbür hafta deplasmanda 4 gol atıp kazanıyor... Ama tabi sezon içinde genel bir şablon oluşuyor. İşte o şablon hakkında ipuçları gelmeye başladı. Bu sezonun "Nerden çıktı bu" adamı Keisuke Honda olacak. Takip eden için yeni bir adam değil elbette. Ama Venlo'daki 2.Lig performansını Eredivisie'ye de taşıyabilmesi ayrıca dikkat çekici. Galatasaray'ın bu adamı kaçırdığını düşündükçe "Kaçan balık büyük olur" sözü aklıma geliyor ya... Bu sezonun ilk garip gelişmesi Vitesse'nin formu. Geçen sezon evinde harika oynayan takım bu sene dökülüyor ilk 3 hafta itibariyle. Den Haag'dan 3 gol yediler evlerinde.

Böyleydi bir cuma ve ertesi daha...

21 Ağustos 2009 Cuma

Tuz Biber


Şu dar zamanda oynamasa United'ta en çok kimin yokluğu hissedilirdi? Tabi ki takımın kaptanı, demirbaşı Rio Ferdinand...

Bugün onun 1 aylığına sakat olduğu haberi geldi. Van der Sar'ın ortalıkta olmadığı süre zarfında, bir de alınan şu iki sonucun üstüne tuz biber oldu.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Los Galacticos Asıl Böyle Olur



Florentino Perez Madrid'in başkanı olduğundan beri Los Galacticos 2 projesi konuşuldu, konuşulmaya devam ediyor ve sezon boyunca da konuşulacak, görünen o. Peki Los Galacticos ne kadar Los Galacticos? Yeni bir efsane mi yoksa Merchandising balonu mu? Takımda Ronaldo, Kaka, Benzema'dan başka ne var?



Genel bir bakış açısıyla alalım olayı... Bir kere kalede son 10 senenin en istikrarlı, en kaliteli, en tecrübeli... En "en" kalecilerinden Casillas var. Arkasında tecrübesine laf edenin çarpılacağı, yeteneğini fazlasıyla kanıtlamış Jerzy Dudek kötü bir alternatif değil elbette. Savunmada Yeni Salgado diye baktığım Miguel Torres, Liverpool'dan sudan ucuza alınan Arbeloa, Hem forvet hem stoper hem bek Ramos, Arjantinli yetenek Garay, Alman panzeri Metzelder, Portekiz kazması Pepe, sola da Marcelo."Ya bi de şu olsa" desen dalarlar adama. Her türlü defans adamından elit bir seçki...



Orta sahaya gelelim... İsimleri sayayım sadece... Van der Vaart, Gago, Diarra, Diarra II, Xabi Alonso, Drenthe, Granero, Guti, -kalırsa- Sneijder... Yine her türlü orta saha oyuncusu profilinden üst düzey bir sürü oyuncu... Hücum oyuncularını yazmama gerek bile yok aslında ama yazı yarım kalmasın... Robben, Kaka, Ronaldo, Benzema, Higuain... Dünya'nın dört bir tarafındaki elit futbol ülkelerinin son 5 senede çıkardığı en önemli yetenekler hepsi... İki tanesi Dünya'nın en iyi 5 hücum oyuncusundan 2'si. Bunlara ek olarak Raul gibi bir tecrübe, bir yetenek...



Real Madrid pek sempati duyduğum bir takım değil. Ama şu bir gerçek ki Los Galacticos olursa böyle olur. Doğru dürüst bir teknik yönetimle şu takımın halledemeyeceği takım sayısı ya birdir ya bir. O Bir'in de kim olduğunu biliyoruz zaten. İspanya'da 50 sene sonra bile bahsedilecek bir sezon izleyeceğiz belki de...

Aston Villa'nın Avrupa Fobisi



EPL'in her ekibi ayrı ayrı bilinir, takip edilir ya şu 2-3 seneden beri... Hani Delap'in taçlarının anatomik sırlarından, Tuncay'la Southgate'in arasındaki ilişkiye, Hiddink'in Chelsea başına geçişinde Oligark bağlantılarına kadar... Bağırsaklarına kadar biliyoruz bu ligi artık... Çok iyi bilinen, takip edilen takımlardan biri de Aston Vila...

O'neill Birmingham ekibinin başına geçtiğinden beri her yaptıkları çok büyük övgü kaynağı olarak göze çarpıyor. Yaptıkları transferler yerinde. Oynadıkları futbol harika. Biraz daha işi sıkı tutsalar Arsenal'i Big Four'un yanından indireceklerdi... Olmadı.



Ama şöyle bir ilginçlik var. O'neill'ın başında bulunduğundan beri bu takım bildiğin Avrupa kupalarını sevmiyor. En azından EPL'in Büyük Dörtlü'yü zorlayan ekibi olarak beklenen gelişme görülemiyor. Geçen sezon gruplarında garip garip sonuçlar aldıktan sonra CSKA'ya elendiler. Bugün de Rapid Vien'e Avusturya'da 1-0 yenildiler. Hani bağırsaklarına kadar bildiğimiz şu ligde, böyle kaliteli top oynayan bir takımın Rapid Vien'e 1-0 yenildiğini birisi açıklarsa çok mutlu olacağım...

Olması Gereken...



Başka blog yazarları ne yazdı daha bakmadım ama benim sahadaki bu Galatasaray'a methiyeler düzmeye niyetim yok. Beğenmedim mi? Yoo beğendim. Takım oyunun kontrolünü rahat rahat elinde tutarak, top çevirerek, savunmada saçmasapan hatalar yapmadan, orta sahada gereksiz işlerle uğraşmadan akıcı oynamaya çalıştı... Karşısındaki takım 10 kişiyle savunma yapınca -doğal olarak- zorlandı. Ama yetenekli ayaklardan biri yapılması bekleneni yaptı. İki tane attı maçı çözdü...

Talinn ismi küçük takım ama -spikerin de belirttiği gibi- daha önce Avrupa'da iki farklı yenilmemişler. Estonya Catenaccio'suna karşı oynadık anlayacağınız. Ama takım oynanması gerekeni oynamayı bildi. Sonuç ortada... Galatasaray'ın tüm sezon bunu yapabilmesi gerek... Tabi gerçekten vaadededildiği gibi UEFA Kupası şampiyonluğuna oynuyorsa.



Keita'nın form tutması, Elano'nun takıma girmesi, Arda'nın biraz silik kalması, Kewell'ın 11 çıkmaması gibi şeyleri konuşmak için bu maç ölçüt değil elbette. Ne zaman 5. haftayı geçeriz, hep birlikte takımın oyun yapısını, taktiğini, rotasyonunu, o'sunu, busunu konuşuruz. Ama şimdi oturun da seneler sonra kanser ettirmeden maç seyrettiren şu takımın biraz keyfine varalım... Hem daha Estonya şampiyonuyla oynadık... Ne felaket tellalığının, ne masalcı dedeliğin alemi yok.

CL Playoffları - Çarşamba



Çarşamba geldi ve geçti. Artık Şampiyonlar Ligi gruplarına kimlerin elemelerden geleceği de aşağı yukarı kesinleşti. Gönül ister ki bütün eşleşmeler havada kaldı, heyecan fırtınası... Alakası bile yok. Baskın görünen takımlar deplasmanda olsun, evlerinde olsun çatır çatır oynadılar. Büyük olasılık da turu geçtiler...



- En basitinden başlayalım... Evinde Sivas'a 5 atarken Türk filmlerindeki anasına kavuşmuş Sezercikler gibi şen olan Anderlecht'e "Yeğenim Devler Ligi'ne gidiyon sen! Bi dur bakam!" dedi. Enseye şöyle iyi bir tokatla serdi bizim Flemenkleri... Yetenekli de olsa hakkında şüpheler olan Gomis'in iki golü , Miralem "Wonderkid" Pjanic'in ve Bastos'un gol atması bunun dışında ilgi çekici noktalardı. Lyon zaten bu noktalarda "Abi" olduğunu kanıtladı... Artık yarı final zamanı onlar için... Tabi oynatırlarsa...

- CL Playoffları'nın ilk sezonunun ilk sürpriz yumurtası çıktı ortaya: Debrecen. Çok çok zayıf olduğunu iki sezonda eşleştiğimiz iki ekibinden gördüğümüz Macar Ligi'nden bir ekip bildiğin Devler Ligi Grupları'na yürüyor. Deplasmanda Levski Sofya'yı 1-2'yle geçtiler. Averaj kağıdı için mi puan için mi gidiyorlar onu zaman gösterecek...

- Küçük ekiplerin günü oldu Çarşamba... Bir başka ilginç durum da İsrail'den gelen Maccabi Haifa'nın Devler Ligi Grupları'na katılıyor olması. Eledikleri takımın birkaç sezondur süksesinden geçilmeyen Salzburg olması da bir başka ilginçlik. Bu playoff sistemi sayesinde İsrail de CL'e kapağı atacak. Görünüşe bakılırsa her grupta averaj için bir takım bulunacak...



- Birkaç sezondur iki takımla temsil edilmeye alışık olan Yunanlılar bu yıl bir değişiklik yapmak zorunda. Evinde zorluk çıkarması beklenen Pana karşısında Atletico üç golü bulunca geriye yapması gereken bir şey kalmadı tabi. Vicente Calderon da bir şekilde bu turu kaybederlerse o stadı mezar ederler...

- Ve son olarak Zurich-Ventspils... Ventspils Letonya şampiyonu olarak buraları görme şansına erişti. E o da bu kadar zaten. Zurich Avrupa konusunda çok çok daha tecrübeli bir ekip olarak deplasmanda üç atıp bu turu geçti...

İlginç bir not... Türkiye'den de, olası olarak İsviçre'den de, Macaristan'dan da, İsrail'den de, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nden de, Bulgaristan'dan da bir takım katılacak Şampiyonlar Ligi'ne. Futbol ülkesi böyle olur işte be.

19.19


Geçen sefer bir insanoğlu 100 metreyi 9.58 saniyede koştu demiştim ya... Yanılmışım ben. İnsan falan değil bu.

Bu "siyah şey" 200 metreyi 19.19 saniyede koştu. 19 saniye, 19 salise...

Ne diyeyim bilmiyorum ki...

Kafalara Dikkat!

Bazı takımlar cenabetlikleriyle bilinirler afedersiniz... Mesela bir Atletico Madrid, bir Hertha Berlin, bir Benfica... Bu takımlar canavar gibi transferler yaparlar, harika takımlar toplarlar ama bir türlü her anlamda başarılı takımlar olamazlar. Nitekim Atletico son şampiyonluğu 96'dan beri getirmedik adam bırakmamasına rağmen o defansı toplayamadı, Hertha en son şampiyon olduğunda bırakın beni annemi anneannem bile yerküreye adımını atmamıştı. Benfica da ne yaparsa yapsın o Porto'dan, Sporting'den yakasını toplayamadı...



Bunların İngiliz muadili bildiğiniz gibi Spurs... Nam-ı diğer Tottenham Hotspur... Yahudi mahallesinin güzide takımı almadık, satmadık oyuncu bırakmamıştı. Ama bir türlü Big Four'un el ense çektiği küçük enişte olmaktan kurtulamadı. Bu sezonsa uzun zaman sonra ilk kez umut var onlar için... Liverpool'u evlerinde oyunu forse ederek yendiler, üstüne deplasmanda Hull'a 5 attılar.

Kadroları şampiyonluk için ideal görünüyor. Sakatlık belası olmazsa önleri açık. Chelsea, Liverpool, United ilk haftalar itibariyle geçen sezonki gibi buldozer kıvamında gözükmüyor. Tabii bu üçlü olmasa bile işler kolay değil... Kapı gibi City ve Gunners var... Ancak ilk iki hafta görünen o ki Dünya tersine dönüyor. Liverpool 3 tane yemeden 4 gol atıyor, Arsenal deplasmanda 6 gol atıyor, Chelsea Stamford'da şansa bala 3 puan alıyor, United lige yeni çıkmış Burnley'e yeniliyor...

EPL'i bilmem ama kafalarınıza dikkat edin...

Sağ Sola, Sol Sağa...


3 senedir ortalığın tozunu atan Manchester'ın Şeytanları bu sezon pabuçları çok erken karıştırdı. Bazılarınca beklenen, -ve ben de dahil olmak üzere- bazılarınca beklenmeyen bir formsuzlukla girdi lige United...



Geçen 3 sezonun herhangi birinde evinde karşılaşsa 4 atacağı Birmingham'a bir taneyi zor attı United... O zaman bile düşüş bekleyenlerin çok da yanılmadığı ortaya çıktı. Ronaldo'nun eksikliği mi dersiniz Valencia ve Owen'ın uyum sağlayamaması mı bilmem ama United'ta bir yerlerde problem var. Burnley deplasmanında ilk dakikalarda yenilen golden sonra müthiş bir baskı kurmalarına rağmen golü bulamadılar. Carrick'le bir penaltıdan yararlanamadılar... Daha da önemlisi United'ın hiç alışık olmadığı bir yenilgiydi bu. Bunun ne kadar büyük bir sürpriz olduğunu kaçırdığı bir golden sonra Giggs'in yüz ifadesine daha dikkatli bakarsanız bahsettiğim şaşkınlığı görebilirsiniz.

United ve Sir bu formsuzluğu aşabilecek tecrübeye de, yeteneğe de sahipler. Ama bunu yapıp yapamayacakları hala şüpheli. Berbatov geçen sezonun donukluğundan kurtulabilmiş görünmüyor. Owen ve Valencia'nın kaçırdığı birer gol var ki soru işaretleri getiriyor... Son olarak Rooney -bence- hala 49m pound'un hakkını verebilen bir yıldız olamadı. Büyük yetenek sahibidir, total futbolun ideal oyuncusudur, çok hırslıdır... Bunlar yıldızlık potansiyelinden farklı şeyler. Onunla aynı zamanlarda takıma gelen Ronaldo kendini Dünya'nın en iyi iki oyuncusundan biri olarak ispatlamışken, aynı şeyler beklenen Rooney hala çok aşama kaydetmiş görünmüyor...



Ya United toparlanacak ve bu yazıdaki tabloyu tersine çevirecek ya da 3 senelik bir United fırtınasının daha sonuna geleceğiz. Sir eteğinde sakladığı taşları çabuk yoldan dökse iyi olacak, yoksa gidiş iyi değil.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

CL Playoffları - Salı

Daha büyük darıları, elemek için konulmuş fazladan elek idi Şampiyonlar Ligi Playoffları; ironik bir şekilde daha büyük darıların kalması için oluşturulan eleğe beklenmedik küçük darılar da tutundular. İlginç eşleşmeler oynandı, oynanıyor...



- İlgi çekici bir iki eşleşmeden biriydi, Celtic-Arsenal... Celtic'in daha önce İngiliz abilerine problem olmuşluğu bulunduğundan herkesin içinde bir "Acaba Celtics?" sorusu vardı. Ama beklenen olmadı. Arsenal şansının da yardımıyla bulduğu iki golle, Emirates'e güle oynaya döndü. Özellikle belirtiyorum ki şansının "da" yardımıyla buldu iki golü Arsenal. Sahada beklenen oyunu ortaya koyan, pozisyon bulan, deplasmanda bile rahat oynayan bir takım görüntüsündeydiler. Deplasmanda şöyle gitseler, şampiyon olsalar... Ah ah... Celtic'se tam anlamıyla beklenenin altındaydı. Kendi evindeki Celtic'den çok daha fazlası bekleniyordu. UEFA'da devam edecekler. Görüntü bu...

- Kopenhag'la Apoel'in eşleşmesi tam anlamıyla yukarıda bahsedilen "iki küçük darının", birbirini alta itmesi eşleşmesiydi. Kopenhag tek golü attı. Evinde kazandı. Ama Güney Kıbrıs ekibi Apoel'in evinde neler yapabileceği hiç bilinmez. Rum Kesimi'nden bir kulübü Şampiyonlar Ligi gruplarında görebiliriz. Öyle bir durumda da -Kuzey Kıbrıs Türk Devleti'ni geçtim-büyük futbol ülkesi(!) Türkiye'yle Güney Kıbrıs Rum kesimi Şampiyonlar Ligi Grupları'nda aynı takım sayısıyla temsil edilecek. Vay vay vay...



- Rumen Temeşvar geçen ön eleme turu UEFA şampiyonu Shaktar'ı -Şaktar nedir bu arada- eleyerek bir "N'oluyo lan?!" dedirtmişti. Devamı yokmuş... Stuttgart deplasmanda iki dakika içinde bulduğu iki golle sıyrıldı gitti. Stuttgart gibi bir ekibin de evinde Temeşvar'a pabuç bırakacağını sanmıyorum.

- Geldik kör topal da olsa takip edebildiğim maça... Rustavi'nden izlediğim Olympiakos-Sheriff maçı... Sheriff beklenenden dayanıklı ve dişli bir takım çıksa da çok uzun süre problem olamadılar Olympiakos'a. Özellikle ilk yarı baya dirençliydiler. Ama ikinci yarı Olympiakos silkindi, bir yarı başı bir de yarı sonunda birer tane sallayarak, Tiraspol deplasmanından çıktı.



- Franchi koluyla takip ettiğim son eşleşme... Viola Lisbon deplasmanına gitti. Zor bela da olsa deplasmandan çıktı. "Ben maçın analizini istiyorum adam gibi." diyenler için sağ tarafta Viola Franchi'nin adresi var. Gayet etraflı bir maç analizini ordan okuyabilirsiniz. Benim söyleyebileceğimse Fiorentina'nın biraz da olsa façayı toplayabildiği... En azından PSG'den 3 yiyen takım biraz olsun toparlanmış. Yoksa bu deplasmandan 2-2'yle çıkamazlardı...

18 Ağustos 2009 Salı

Şifo Biraz Sakin...


Seyircisiz Beşiktaş Antalya'yı evinde geçti. Maçla ilgili düşünceleri ayrı bir post'ta belirteceğim de seyircisiz oynanan maç çok ilginç bir durumu ortaya koydu ki Antalyaspor için sezonun geri kalanı için de büyük önem taşıyan bir konu olduğuna inandığım için ayrı bir postta bu dipnotu geçiyorum...

Antalya'nın hocası Mehmet Özdilek nam-ı diğer Şifo tüm maç takım savunmada olsun, hücumda olsun durmadan bağırdı, ikaz etti... Elinden gelse pantolonun altına kramponları çekip "Çekilin lan!" deyip sahaya atlayacaktı sanki... İstinasız her defans pozisyonunda "Yalçın, Nihat boş! Arkanda! Sağında! Solunda! Kaçıyor! Tutun!" falan gibi cidden çok ilginç tepkiler vererek -bence- oyuncuları telaşlandırdı. Topu ayağına alan neredeyse her oyuncuya "Garantii!" diye bağırdı. İlginç olan "Garantii!"yi duyan adamlar diğer arkadaşa topu vermeyi bile denemeden taça dikti topu.

Gideceğim Antalya maçlarında ayrıca dikkat edeceğim bu hadiseye. Sadece Beşiktaş'la karşı karşıya gelmenin heyecanından mı yoksa hep mi böyle bilmiyorum ama bence Şifo'nun bu tavrı oyuncuları olumsuz etkiliyor. Koca hafta antrenman yemiş adamlara, sahada da ne yapmaları gerektiğini anlatmayıver be Şifo... Biraz sakin...

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Pazar Raporu #1

Pazar ve Pazartesi'yi de geri bıraktık. Fransa, İngiltere, Almanya ve Türkiye'de haftanın son maçları oynandı. EPL'de ilk hafta heyecanı geride kaldı. İşte aşağı yukarı izlenimler...



- Bizim buralardan başlayalım. Haftanın tartışmasız en kritik karşılaşması geçen sezonun şampiyonluk ortağıyla, dördüncüsünün karşılaştığı maçtı. Sivasspor geçen sezonun kaderini belirlerken son haftalarda gittiği Saraçoğlu ellerine, bu sefer sezon başı uğradı. Açık söylemek gerekirse Sivas'ın ve Fenerbahçe'nin önceki görüntüleri bu maç Fener lehine farklı biter heralde dedirtmişti bana. Beklediğim gibi olmadı. Sivas biraz daha sağlam bastı yere, Fenerbahçe Alex'in ani sakatlığıyla afalladı. Yine de oyun kontrolü Fenerbahçe'deydi. Sivas yine birkaç atak dışında varlıksız top kovaladı ortalarda. Yine de Fenerbahçe'nin şans faktörüyle kazandığını söylemeden geçemem. İlk golün ofsayt olması dışında, ikinci golde Emre'nin aslında heba ettiği kornerin iki çok basit hatayla gole dönüşmesi 3 maçlığına Alex'i alan Karma'nın bir hediyesiydi Fenerbahçe'ye... Üçüncü golde Dos Santos'un hakkını yemeyeyim. 90'a taktı. Fenerbahçe skor üretse de oyun içinde beklenen kadar üretken ve agresif değildi.Ortaçgil'den gelsin: "Alex'siz olmaaz, Alex'siz olmaaaz..."

- Bir Ankara çocuğu olarak ikinci sırayı Ankara derbisine vermekte bir sakınca görmüyorum. Harika bir maç olmuş öncelikle... Gerçekten iki takımın da organize bir şeyler ortaya koyduğu kalburüstü bir karşılaşma oynanmış. Ama Gençler'in kaçırdıkları... Akla, hayale sığmayacak kadar golü, ya direklere, ya panolara, ya tribünlere göndermiş Gençler. Burhan kaçırdıklarını atsa 4-1 biterdi maç diyeyim. Siz anlayın... Gençler tüm bulduklarını atsa zaten Jürgen Röber (aşağıda) iki, üç haftaya kovulurdu heralde. Gençler'de giderek parlayan bir isim var ki Mustafa Pektemek sonunun diğerleri gibi olmamasını umuyoruz. Ankaraspor'un balı da gözlerden kaçmıyor. Geçen 89 dakika ezilip üç puan, bu hafta 6-7 hatta 9-10 yiyecek kadar pozisyon verip bir puan kurtarmak bal, balık, at nalı falan gibi sebeplere bağlanabilir heralde ancak...



- Es Es bu sene evinde kabus gibi bir takım olacak. Geçen sezon "zorlu deplasman"dı bu sene "kabus" olacak. Mehmet Yılmaz gibi yetenekli ve tecrübeli bir forveti de almışlar ki Batuhan'ın yerini doldurduklarını söyleyebiliriz. Bakınız daha Youla, Ümit Özat, Bülent Kocabey, Serdar, Doğa, Ragıp demedim. Es Es bu sene deplasmanda kendini toplarsa ilk 8'i rahat zorlayacak gibi.

- Kayseri Makukula'yı da aldı. Ancak problem oyuncular bazında değil de oyun düzeninde gibi görünmeye başladı artık. Takıma 7-8 yeni oyuncu alıyorsanız buna rağmen bariz olarak "kabız" bir takımsanız bu sadece forvetiniz olmadığı için olamaz. Bir savunma oyuncusunun lütfuyla gol bulabildiler. Gaziantep baskın oynamasına rağmen 1 puan çıkarabildi. Onlar için de şanssız bir başlangıç oldu. İlk hafta ligin en rahat skor üretme potansiyeli olan ekibine 2 atıp puan alamadılar, ikinci hafta ligin en iyi takım savunmasına tosladılar...

- Büyükşehir yine orta yolun yolcusu olacak galiba. İki maçtan da puan aldılar ancak üst sıraları zorlayabilir diyebileceğimiz bir istikrarı tutturmaları hala şüpheli. Orta sahaları çok zor aksıyor ama belirli bir çizgiyi geçemeyecek gibiler yine. Ha İbrahim Akın böyle her maç atsın ilk 5'e bile girebilirler, o ayrı...

-Bundesliga'da ortamın Eskişehir'i tadındaki Mönchengladbach geçen sezon biraz ıkınsa şampiyon olabilecek Hertha'yı 2-1'le rahat rahat geçti. İki haftada görünen Bobadilla, Neuville ve Arango gibi sağlam hücumcuları Marx -özel sempatim var bu herife eheh- ve Bradley -bu arada Marx isimli Alman bir orta sahanın yanına partner oyuncunun Amerikan oyuncu olması da kaderin garip bir cilvesidir heralde- gibi disiplinli orta sahalarıyla evlerinde rahat vermeyecekler bu sezon. Deplasmanda 3-0 öne geçip 3-3 yaptırmaya devam ettirmedikleri sürece problem olmaz heralde.



- Magath sihirli değneğini Gelsenkirchen'e değdirmiş bile. Geçen sezon her tarafı ayrı dağılan, organizasyonsuz takımın yerinde 11 tane taş gibi eleman gelmiş. Başka bir deyişle Schalke Hollanda'nın orta sıra takımından, "Magath Takımı" görüntüsüne gelmiş durumda. Çizgilerini bozabilecek talihsizlikler olmazsa, bu hali devam ettirirlerse Bundesliga tabağı bu sene Gelsenkirchen'de olacak. Bir de Moritz ve Kenia adlı 90'lı elemanlara dikkatinizi çekerek bitiriyorum Schalke maddesini...



- En cancanlısını sonlara sakladım. Big Four'un son iki Kırmızı'sı da ligi açtı. United Birmingam'ı Rooney'sinin golüyle 1-0'la geçti. Reds diğer maddeye kalsın... United'da Rooney önünde bulduğunu vurmuş gibi bir görüntü var. Diğer yandan yeni gelenlerden Birmingham Old Trafford gibi bir deplasmandan fazla pozisyon vermeden ve tek farkla kurtulmuş olması başarı... Ligde kalma konusunda favorim onlar ki ikinci yarı buldukları bir pozisyonu gol yapsalar 1 puanla çıkacaklardı Trafford'dan. Valencia iyi bir maç çıkarmış... Ancak bu sadece aldığım bir duyum...



- Dünya'nın en cenabet kulüpleri diye sıralama yapsalar Hotspur bir numara olmazsa, kazma libero değil maç başına üçer tane sallayan Brezilyalı golcüyüm. Ama ne olduysa Liverpool'u öyle şansa bala falan da değil bildiğin eze eze yendi adamlar. Liverpool'un ne kadar kabız bir takıma dönüştüğünü uzun uzun anlatmaya gerek yok ancak Spurs söz konusu olduğunda Liverpool'u bu şekilde yenmiş olmaları bile başlı başına bir hadise. Ne kadar böyle gider bilmem ama Liverpool'la United şu görüntüdeyken, Arsenal'in süper başlayıp düşüşe geçmesi bir gelenek halini almışken ilk 4'ü zorlamak için daha iyi bir zaman bulamazlar. City'yle Chelsea'yle de bir zahmet uğraşıversinler... İşin Spurs kısmını geçersek Reds'in durumu çook kötü bir hale doğru gidiyor ki bunu birkaç güne uzun uzun inceleyeceğiz.

- Ligue 1'le kapatalım Pazar gününü. Bu senenin bir numaralı şampiyonluk adayı gösterilen -bence Bordeaux'dur o- Marseille Lille gibi dişli bir rakibi iyi bir oyunla 1-0 ile geçti. Lucho Gonzalez'in dönüşüyle iki kademe atlatacaktır onlara... Bu da şu durumda Ligue 1'de iddialı olmak için yeterli. Şampiyon olmak için? Bordeaux'nun biraz düşmesini beklemeliler.



16 Ağustos 2009 Pazar

9.58




Bolt 9.58 koştu. 100 metreyi 9.58 saniyede koştu. Dünya rekortmeni Bolt 100 metreyi 9.58 saniyede koştu. Usain Bolt 100 metreyi, 9.58 saniyede koştu. Jamaikalı atlet Usain Bolt 100 metreyi 9.58 saniyede koştu. Jamaikalı bir insan olan Usain Bolt 100 metreyi 9.58 saniyede koştu. Dünya üzerinden bir Jamaikalı insan 100 metreyi, 9.58 saniyede koştu... Bir insan 100 metreyi, 9.58 saniyede...

Ryan Babel


Son 3-4 yılın en çok şişirilmiş topçuları listesi falan yapsam ilk 5'e koyarım bu adamı. Yanlış anlaşılmasın, adamı cidden seviyorum. Ajax'ta oynarken keyifle izlediğim "Henry gibi lan bu eleman" nidalarıyla mest olduğum bir kişiydi Ryan Babel. Hollandalı Henry olacak bu çocuk dediler, dedik. Ajax etiketi vardı... Öyle garip bir noktaya geldi ki işler "Bu adam bekleneni veremedi" bile yazan yok. Babel yokmuş gibi bir psikoloji var ortada.

Sonuçta Rafa Liverpool'un geleceğini planlaması sırasında aldığı bir dolu topçuyla birlikte onu da getirdi Merseyside'a. Bu takımın geleceği olacak dedi. Takımı taşıyacak filan... Beklenen performası kimse göremedi. Top sürebiliyor, teknik iyi, fizik var... İyi de İngiltere'de bir kanat oyuncusu olarak oynaman için bunlar standart zaten. 20 yaşındayken 17m euro sayılan bir oyuncunun EPL'de standardın üstünde olması gerekiyor. Hele de arkanda Reds'deki gibi bir orta saha varsa... Durum gösteriyor ki değil. Nitekim Liverpool'la ilgili ağzını açan "Kanat oyuncusu lazım, yaratıcı oyuncu lazım" diyor başka bir şey demiyor. Soldaki Hollandalı Henry'yi kimse hatırlamıyor... Belki sorun solda olması diye düşünüyorum, forvet için çok uygun bir stili var aslında. Ama Torres gibi bir adamdan o formayı nasıl alacak?

Yazın Galatasaray'a gideceği iddiaları da bu durumu iyice ortaya koydu. Transferin bitme noktası geldiği bile konuşuldu. Liverpool'un Henry'si olma noktasından gözden çıkarılma noktasına iki sezonda geliverdi Babel. 2009/2010 Merseyside'daki büyük olasılıkla son sezonu olacak. Sahaya ekstra birşeyler koymasının, özel bir oyuncu olduğunu göstermesinin zamanı geldi, geçiyor bile...

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Cumartesi Raporu #1


Sezonun ilk futbol cumartesisi benim için dünküydü -şu an pazar günü saat 01:02-. Doyurucu bir gün oldu. Tabi yaz aylarındaki müthiş futbol kuraklığından sonra, küçücük su birikintisi görsen bile doyurur adamı...

- Bayern'i Milan ve Manchester United'dan sonra üçüncü kez seyrettim. Karşılarında Milan gibi ağır, Manchester gibi kontra-atak sevmeyen bir Werder Bremen olmayınca, takke düştü kel göründü. Milan ve Manu maçlarında sağlam geliyor dedirtmişlerdi. Werder'in Alman disiplinli takım savunması, devşirme kadife bileklileri karşısında çok çok zorlandılar. Mesut'un müthiş performansı ve attığı harika bir gol var. Marin çok etkiliydi. Bekleri Boenisch ve Fritz çok iyi bir maç çıkardılar. Bayern'de Batstuber yeni ama iyi gözüktü. Gerisi disiplinli ama düzdü. Sosa'nın ne kadar gereksiz bir oyuncu olduğu ortada. Schwein ve Hamit'in daha iyi olması gerekirdi. Ha bir de Bayern Ribery'siz kalırsa Bundesliga'yı falan unutsun.



-Bundesliga'dan devam edelim... Wolfsburg'un Köln karşısında deplasman fobisi tutuyor derken, hem Köln'ün hataları hem Wolfsburg'un oyunuyla bir anda 3-1 bitti maç. Martins ve Dzeko da yazdılar birer tane. Wolfsburg ne zaman 2'den az bir farkla kazanacak merak ediyorum.

-Hamburg ilk hafta ilginç sinyaller veriyordu. Bu hafta Dortmund'u 4'leyip şüpheleri biraz dağıttılar. Yeni umutları Berg de golünü attı. O diyarlarda Elia bu sene neler yapar; asıl merak konusu o.

-Hull bala puan alıyordu ki... Futbol tanrıları verdiğini aldı. Aynı balla Chelsea 90'da aldı üç puanı. Özetten göründüğü kadarıyla Hull da Chelsea de çok etkili değilmiş. Drogba'nın iki gol atması Chelsea için iyi. Morali oyununu çok etkileyen bir adam Drogba...

-Herkesin şüpheyle baktığı Gunners, Everton'ı hem de Goodison'da 6'layarak başladı. Denilson'un ilk golü tek kelimeyle müthiş. Sonrasında iki stoper Vermaelen ve Gallas'dan gelen iki kafa golüyle çözülmüş Everton. Ama yenilen o iki gol cidden skandal. Lescott sanki biraz "flaterred by City's interest" gözüküyor. Geri kalan sürede de Arsenal düşen Everton'a biraz daha vurmuş. Everton'da Saha'nın saçları turuncu/sarı arası bişey olmuş. O var bir de...

-O'neill'ın Villa'sı evinde Wigan yenilgisiyle başladı. Geçen sene evindeki her maçı domine eden takım bu sene yarı sahasından top uzaklaştıramıyor. Barry'nin yerini kağıtta doldurabililer, ya sahada? Biraz şüpheli ama daha erken... Wigan'ın yeni Ekvadorlusu Rodallega'nın golü müthiş. Görmeniz lazım...



-City ilk hafta maçını alarak başladı. Adebayor'un tipik bir Adebayor golü var. Yardırarak vurup gol yaptığı. Blackburn'ün birkaç ciddi atağı Given The Underrated tarafından kurtarılmış. Tabi bir de Ireland'ın golü var ki... Of of... City EPL'de iddialı gözükmez, Avrupa kupalarında hedefi tutturamazsa Uçan İrlandalı'nın elinden bir tutan -Sir olur, Sinyor olur, Fransız olur, İspanyol olur- olacaktır.

-EPL'in yeni ufaklıkları pek iyi açmadılar sezonu. Burnley EPL'in başaltılarından Stoke'a, Wolverhampton sıra takımlarından West Ham'a mağlup olarak girdi. Bu sezonun en amaçsız, en gereksiz takımı gibi gözüken Portsmouth Fulham'a şans golüyle mağlup oldu. Geçen sezon evinde sağlam gözüken Bolton Sunderland'e yenildi. Sezon başıdır, olabilir...

-Toulouse'daki Mousa Sissoko'yla, Gignac tam Wenger'lik kaçırırsa hem adamlara hem Arsenal'e yazık olur. Valla bak. Mevlüt siftahı yaptı, PSG 3-1'le evinde sağlam gözüktü. Bordeaux yine 3 attı. Bu çizgiyle giderlerse üst üste iki olacak şampiyonluk...



-Türkiye'nin maçlarını tek maddede halledelim: Trabzon, Selçuk'un yokluğunu çok hissetti. Hem ceza sahasında gol koklayan, hem de orta sahayı organize eden adam olarak... Bayağı didindiler ama ya beceriksizdiler, ya şanssız ya da Umut Bulut vardı. Umut Bulut gibi bir kalas şu ülkede tek forvet olarak sahaya çıkıyor ya... Ben kendime neden "kazma" dediğimi anlayamıyorum o zaman. Diyarbakır'ın forvetleri baya becerikli, savunmaları da Engin, Alanzinho, Colman üçlüsünü çok iyi idare etti. Orta sahası daha etkili olursa beklenmeyen işler çıkarabilirler. Galatasaray Sami Yen'de yedek orta saha ve defansla çıktığı maçı rahat rahat aldı... Ama hakem... Neyse aşağıda var... Onun dışında Galatasaray bu oyunu Anadolulular'a oynamaya devam ettiği sürece 3'er 3'er toplayaraktan gider. Kendi evindeki büyük maçları da alsa... İyi olur iyi.

İlk cumartesi böyle geçti gitti işte...

Hakem Yazmak...

Futbol yazıları, görüş belirten entryler, yorumlar vs. tarihinde müthiş klişe bir kalıp var: "Hakem konuşmak istemiyorum ama..." Herkes hakem konuşmak istemiyor. Ben de istemiyorum. Sen de istemiyorsun. O da, bu da istemiyor. Ama ne olursa olsun sezon başlıyor; hoop hakem. Süper Kupa finalinden sonra BJK yöneticileri açılışı yaptılar mesela... Ama düşünüyorum konuşulmayacak gibi değil bazen sahadaki rezalet.

Galatasaraylıyım, geçen sezon Galatasaray'ınkiler dahil birçok TSL maçı seyrettim. Geniş özet bulunca izledim. Elimden geldiğince bir gözüm üstündeydi yani ligin; Anadolu, Dört Büyük demeden... Futbolumuzda teknik yok, disiplin yok, taktik desen... I ıh. Buna bağlı olarak kalite zaten yok. Ama Allah sizi inandırsın hakem var ligimizde. Yani "teknik yok, taktik yok o zaman ne var lan it?" derseniz... "Futbola inanmıyorum ama bir hakem var" derim.

Sivas'ta da, İstanbul'da da, Trabzon'da, Bursa'da, Ankara'da... Bu ligde hiçbir şey yok hakem var. Şaka, kinaye yapıyorsam MHK'nın FIFA kokartlı havarileri çarpsın.Olan ofsayttan gol, olmayan ofsayttan gol iptali, penaltı olmayan penaltı, çizgiyi geçen ama geçmeyen top, taklacı güvercin numaraları yemeler, gereksiz kırmızılar, faul standartsızlığı, kart standartsızlığı, büyük takım kayırma, büyük takımı koruyunca küçüğü koruma numaraları, büyük maçlarda illa ki ev sahibi lehine kararlar, olmayan küfürlerden atılan futbolcular, olan küfürlere gülüp geçilen yıldızlar, Anadolulu "hey" deyince sarı; Alex/Lincoln/Delgado "hööt" deyince duymamalar... Daha da sayarım: Büyük takımdaki kalitelileri koruyamıyorsun, büyük takım oyuncularının numalarını göremiyorsun, kaş yapayım derken korneayı söküp alıyorsun, büyük maçların stresini almayı bilmiyorsun, küçük takımın kasaplıkları umrunda değil...

E ben seni yazmayacağım da şimdi neyi yazacağım Türk hakemi?

13 Ağustos 2009 Perşembe

Bi' Eksik Var








Dünya futboluna hakim olan ülkeyi sorsam size cevabınız ne olurdu? Tartışmasız İngiltere... Para, yıldızlar, rekabet... Ne ararsan var EPL'de... Ama Dünya'nın en çekişmeli, en kaliteli liginin futbol ülkesi senelerdir Avrupa, Dünya demeden sıfır çekiyor. Öyle yabana atılacak bir süre de değil hani... 44 sene...

Problemin ne olduğuyla ilgili doğrulukları birkaç açıdan doğru olan bir sürü argüman var. Aşırı rekabetçi altyapı ortamı diyen var, fazla yabancı futbolcu var diyen var, bir problem yok doğru hocayı bulsalar diyen var. Sahanın içinde her şey tammış gibi bir psikoloji var ortada. Bence İngiltere'nin şu anki sorunu açık ve net.



Çok açık bir şekilde özel oyuncusu yok İngiltere'nin... Yani bildiğimiz yok. Rooney demeyin bana. United'da tüm özgürlüğün Ronaldo'ya verilip sola, sağa kıstırıldığı sırada öldü onun ışığı. Şut bile atamadığı iki CL finali var. Lampard-Gerrard? Her yere pas atabilirler, her yere koşabilirler, disiplinliler, takımı toparlarlar, her yerden şut atabilirler... Ama özel oyuncunun getirdiği ekstra avantajı getirip getirmeyecekleri hep meçhul. Özellikle Milli Takım'da ekstra diyebileceğimiz meziyetleri hep kayıp. Ashley Young çok atletik ve teknik bir kanat oyuncusu... Ama o kadar... Gascoigne'u hatırlatan bir şey görebiliyor musunuz İngiltere oynarken? Hoddle'ı veya? Keane'in hırçınlığını görebiliyor musunuz? Milli Takımlar iki şeyden beslenirler: Birbirine alışkın takım yapısı ve o yapıyı basitçe yükselten bir yıldız oyuncu. İngiltere'nin yapısı var ama nedense onu yükseltebilen yıldızları yok.



Mert Aydın'ın bir Gol programına şöyle demişti: "Gerrard ve Lampard çok yetenekli İngiliz oyuncular. Gascoigne'sa bir sanatçıydı." İngiltere'nin problemi de tam olarak bu. Oyun içinde sorumluluk alıp "Ben yaparım, karışmayın siz" diyen adam yok gibi... Bu potansiyele sahip birkaç oyuncu var ellerinde: çok genç Wilshere, umutları Theo Walcott...

İngiltere bu ikiliyle de dominant bir Milli Takım ortaya çıkaramazsa 444 sene kupa alamaz.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Ne Altyapı Be!



Ülkenin en çok övünülen altyapı sistemine sahip kulüpleri kimler? Galatasaray ve Beşiktaş. Birisi Akademi'ye çevirdiği sistemi, diğeri Özkaynak diye nitelendirdiği yapısıyla yıllardır futbolcu yetiştiriyor. Geçen seneler içinde yüzlerce futbolcu yetiştirdiler, piyasaya sürdüler, kiraladılar, oynattılar. Bir sürü yetenek takımın as adayı oldu...

Galatasaray'ın 11'inde kaç tane altyapı oyuncusu var peki şu an? Arda, bir de Sabri... Birisi tamam, Türk futbolunun son yıllarda gördüğü en büyük yeteneği... Diğerinin altyapı eğitimini aldığına inanmak biraz zor. Galatasaray'da durumun daha iyiye gittiğini, gidebileceğini söylemek mümkün. Rijkaard'ın gelişi birinci etken tabi... Beşiktaş'ta durum daha bir kötü... Arada bir sahaya çıkıp tribünlerden yedi sülalesine yetecek küfürü duyan Serdar Özkan'ları var bir tek. Gerisi? İtinayla oraya buraya kışkışlanıyor.

Bildiğimiz, bildiğiniz hikayeler bunlar... Ben bunu ortaya koyan çok başka bir gerçekten söz etmek istiyorum. Beşiktaş bu sene tam 16 altyapı futbolcusunu uzay boşluğuna futbolcu olsun diye bırakmış. Senelerce Beşiktaş'ta futbol oynamış, futbol eğitimi görmüş, Beşiktaş terbiyesi görmüş 16 futbolcunun gelecek sezona ne yapacağı belli değil. Hepsi bedavaya bırakılmış. Kiralık verilmesi karambole düşen Batuhan da bu 16'nın içinde. Geleceğin Milli Takım forveti hani... Beşiktaşlı duruşu da bu oluyor heralde. Yetiştiriyorsun veletlikten itibaren senelerce, sonra ööyle bir köşede duruyor. Biri alsın da forma versin diye bekliyorsun. Harika bir sistemin varmış cidden...




Bir de 10 senede altyapısından 400 oyuncu çıkartıp sadece 1'ini kadroya kazandırabilen -o da yedek anca- bir Fenerbahçe örneği var ki... Ne söyleyebilirim hiç bilmiyorum.

Türkiye'nin Futbol Seyircisi -1

Türkiye'nin futbol seyircisinin takımı iflastan zor kurtulur. Başkana olan borçları silinmese kulüp kapanmanın eşiğinden döner. Takımla son anda ligde kalabilen hocası gönderilir. Yerine yenisi getirilir. Hoca takımdan 13 kişi gönderir 10 yeni oyuncu alır. Yani kulübün sportif, mali ve kadro varlığı ya yok olmanın eşiğinden döner ya da tamamen yeni baştan kurulur. Takım ilk hafta ligin en büyük stadlı, en büyük bütçeli ve ülkenin en güçlü üç takımından biriyle karşılaşır. Takım ilk dakikada savunma dalgınlığından gol yer. Dakikalar on üçü gösterirken taraftar grubundan şöyle bir şey duyulur: "Yönetim istifa!"

Bunu gören kişi bunu yazarken, bu gibi örneklerin tekrarlayacağına öylesine emindir ki konu üretmek kendisine bağlı olmasa da bunu bir seri gibi yazmaya kararı alır.

İşte böyle yapar Türkiye'nin futbol seyircisi, böyle eder adama... Sonra da lig sonunda "Bu takım neden düşüyor yau?" diye şaşırır... Daha da çok şaşırır.

9 Ağustos 2009 Pazar

Corvino'nun Yaşlı Fetişi


Fiorentina transfer döneminin en büyük hayalkırıklığını yaratan ekiplerinden biri şu ana kadar. Beklenen transferleri yapamadılar. Ellerindeki Melo'yu kaybettiler. Takımın görüntüsü zaten kötü...

Herkesin beklediği takıma ilaç olacak birkaç yeni oyuncu. Ellerinde Melo'dan gelen 20 milyon euro, Viola ööyle etrafa bakındı, bakınıyor... Bulabildikleri en iyi oyuncu Serie B/C golcüsü 34'lük Castillo. Orta sahaya bir adam gerektiği ortada. Kimle ilgileniyorlar? Juve'nin arada bir sıkılmasın diye forma verdiği 32'lik Cristian Zanetti'yle... Kadrosunda 25 oyuncu bulunan Fiorentina'nın kaç tane 30 yaş sınırında oyuncusu vardır? 12 tane. 27-28 yaşında 5 tane oyuncu daha... Onun dışında forma bulan genç oyuncu sayısı kaç? Üç. Senin ilgilendiğin son iki adamın yaş ortalaması ne? Otuz üç. Corvino yaşlı seviyor heralde...